İlki doğru haber verme zorunluluğu ile kamuya karşı bir sorumluluk taşırken, ikincisi de hem kaliteli eğitim hem de düşün hayatına yön veren hayati önemde bir kurum.

İkisinin ortak noktası ise, iktidarlar için dolaylı bir denetim mekanizması olmaları ve demokratik değerlerin, ifade özgürlüğünün, temel hak ve özgürlüklerin savunuculuğunu simgelemeleri. 

Özellikle 2016 başarısız darbe girişiminden sonra hem gazeteciler hem de akademi iktidarın hedefi haline geldi. Toplu tutuklamalar, gözaltılar ve görevden almalarla iki yapı da temellerinden sarsıldı. 

'Ya biat et ya yok ol' şiarı, medyayı iktidar lehine dönüştürürken, geride bir avuç cılız bir bağımsız medya organı bıraktı. Akademide de binlerce akademisyen görevden alındı, barış çağrılarına imza attıkları için haklarında soruşturma başlatıldı. 

Bahar Başer ve Emre Eren Korkmaz, The Conversation'da yazdıkları ortak bir makale ile bu durumu tanımlamaya çalışıyor. 

"Türkiye gerçekten bir toplu göç ile mi karşı karşıya? O kadar basit değil" başlıklı makalede duruma mercek tutan bir bakış açısı sunuluyor.

O makalenin satırbaşları şöyle:

Türkiye demokrasisinin düşüşü haklı olarak klişeye dönüşmüş bir konu artık. Türkiye, dünyanın herhangi bir ülkesine kıyasla, işini yaptığı için en fazla gazetecinin tutuklu olduğu ülke ve hükümetin Kürt meselesine yönelik politikalarını eleştirdiği için de en fazla akademisyeni yargılayan ülke. 

Ancak son zamanlarda, medya gözlemcileri bir başka alarm verici gelişmeye dikkatleri çekti: Toplu çıkış. 

2016'daki başarısız darbe girişimi sonra gelen baskı ve Erdoğan'ın gücünü konsolide etme çabaları nedeniyle, çok sayıda Türk yurtdışına taşınarak yeni bir hayat arıyor. Bazıları, bu sayının, ülkeden kaçan yeni bir mülteci dalgası boyutunda olduğunu belirtiyor. 

Gerçek ise bir miktar karmaşık. Bu gidişlere 'toplu çıkış (exodus) demek için henüz çok erken. Mülteci gibi bazı kavramlar ve insan akışı genellikle abartılır ve romantize edilir.

Yine de, ülkeyi terk edenlerin ve kalanların tanıklıklarının yanısıra istatistikler de durumun alarm verici olduğunu gösteriyor. Yıllardır devam eden kutuplaştırma sonucu, Türk toplumunun bir bölümünün kendi ülkesinde yaşamaktan yorulduğu açık. 

Muhalefetteki pek çok kişi, hukuk devletinin aşındırıldığını, seçimlerin adil olmadığını ve sekülerizmin yayılan bir İslamcılıkla yer değiştirdiğini (özellikle de eğitim sektöründe) ve yaşam tarzlarının tehlikede olduğunu düşünüyor. 

İtaat edilmediği müddetçe de, Türkiye'den Batı'ya daha fazla göç de kaçınılmaz. Ve eğer sonuç imtiyazlı, eğitimli vatandaşların sürekli ülkeyi terk etmesi şeklinde olursa, bu ciddi bir beyin göçüne ve dolayısıyla Türkiye toplumu ve ekonomisi üzerinde uzun vadeli olumsuz sonuçlara neden olacaktır. 

Darbe girişiminin, çatışma temelli göçü tetiklediği doğru ve 2016'daki gelişmeler de bu kalıba uyuyor ancak aynı zamanda bu göçün büyük bir bölümü darbe girişiminden önce de başlamıştı. 

2016 öncesi ve sonrasında kaç Türk vatandaşının politik nedenlerle ülkeyi terk ettiğini söylemek zor ancak ağır bir çıkış yaşanıyor. Medyadaki haberlere göre, binden fazla Türk vatandaşı Yunanistan'da sığınma hakkı arıyor. Almanya'da 600 üst düzey Türk yetkilisi de aynı durumda. 

Kimi yeni verilere göre, Türkiye'den Avrupa'ya son beş yıldaki göç şu şekilde tasnif oldu: 17 bin kişi İngiltere'ye, 7 bin kişi Almanya'ya ve 5 bin kişi Fransa'ya gitti. Çok sayıda akademisyen ve uzman, henüz ülkeyi terk etmeyenlerin de bunun hazırlığı ve düşüncesi içinde olduğunu belirtiyor. 

Peki bu insanlar neden hala ülkeyi terk etmiyor? Türkiye gerçekten de bir beyin göçü mü yaşıyor?

Derin bir kutuplaşmaya rağmen, toplumun tüm kesimlere darbeye karşı çıktı. Yine de hayat bundan sonra Türkiye'de asla normale dönmeyecekti. Darbe girişimi, yurtdışındakilerin anlaması zor bir travma yarattı ve bu toplu çıkış olarak adlandırılan şeyin ana sebebi. 

Hükümet, darbe girişimini sonu gelmeyen OHAL ve maddelerini, sadece darbecileri elimine etmek için değil aynı zamanda demokratik muhalefeti bastırmak için de kullandı. 

Hükümet ve yargının, barış bildirisine imza atan bin kadar akademisyene baskı uygulamasının ardından, pek çoğu ülkeyi terk etti. 698'inin Scholar at risk adı verilen ve başka ülkelerde geçişi akademik pozisyon sağlayan uluslararası bir bursa baş vurduğu iddia ediliyor. Bir bölümü de, pasaportları iptal edilirken başka ülkelere sığınma başvurusu yapıyor.

Gidenlerin bir bölümü önceden iş bulurken bir kısmı da başka yerde yaşayabilmek için zemin yokluyor. Türk diasporası büyürken, aynı zamanda içerdeki kimi çatışmaların da çerçevesini yansıtıyor bu durum. 

Gitme imkanı olsun ya da olmasın, Türkiye'de kalan muhalifleri ihmal etmemek hayati öneme sahip. Onlar OHAL'e direniyor ve demokratik değerlerin onarılması için çabalıyor. Hikayeleri çok önemli, özellikle de ülkelerini demokratik bir geleceğe doğru taşımada konusunda daha fazla kozları varken.!

Kaynak:Ahval