AB'nin önde gelen liderleri Theresa May, Angela Merkel, Emmanuel Macron ve Charles Michel'in ülkelerinde aynı dönemde ortaya çıkan siyasi istikrarsızlıkla boğuşması dikkat çekiyor.
Theresa May
İngiltere ile AB arasında geçen ay sağlanan Brexit anlaşması, referandum sonrasında David Cameronın yerini alan İngiltere Başbakanı Theresa Mayin koltuğunu sallayan en önemli etken oldu.
Temmuz ayında açıkladığı yeni Brexit yaklaşımının ardından kabinesinde yaşanan istifalarla gücü azalan Maye, Brexit anlaşmasında AB üyesi İrlanda Cumhuriyeti ile İngilterenin parçası olan Kuzey İrlanda arasında Brexit sonrasında fiziki sınır oluşmasını engellemeyi amaçlayan tedbir maddesi önemli darbe vurdu.
May, güven oylamasının ardından böyle görüntülendi.
Ülke genelinde ciddi muhalefetle karşılaşan anlaşmayı İngiliz parlamentosunun onayına sunmayı erteleyen Maye karşı lideri olduğu Muhafazakar Parti içindeki muhaliflerin güven oylamasına gidilmesi için gereken imza sayısına ulaşmasıyla dün akşam oylama gerçekleşti. Başbakan May, parti içi güven oylamasını 117ye karşı 200 oyla kazandı.
May gelecek bir yıl boyunca benzer bir oylamaya tabi tutulamayacak ve bu nedenle zaman kazanmış olacak ancak Mayin mevcut koşullarda AB ile sağladığı Brexit anlaşmasını İngiliz parlamentosuna onaylatmasının zor bir ihtimal olması, başbakanın geleceğini sorguya açıyor.
Angela Merkel
Sadece Avrupa değil, dünya genelinde en güçlü kadın lider imajına sahip Angela Merkelin gücünü kaybetmeye başlamasını 2015te kapılarını göçmenlere açma kararına kadar geriye götürmek mümkün görünüyor.
Ülke genelinde yoğun eleştiri sebebi olan göçmen politikası, yakın zamanda koalisyon ortakları Hristiyan Demokrat Birlik Parti (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) arasında krize yol açarak hükümeti dağıtma noktasına getirmişti.
Bu krizden kısa bir süre sonra Merkel 2000 yılından beri yürüttüğü CDU partisinin liderliğini bırakma ve başbakanlıkta görev süresi dolduktan sonra 2021 yılında yeniden yarışmamama kararı aldı.
Merkel geçtiğimiz günlerde yapılan kongrede partisinin genel başkanlığına veda etti.
CDUnun yeni genel başkanı Annegret Kramp-Karrenbauer oldu. Uluslararası basın kısaca AKK olarak hitap ettiği Karrenbaueri mini-Merkel olarak tanımlasa da Merkel ve AKK arasında görüş ayrılığı oluşması durumunda, Merkelin 2021e kadar başbakanlık görevini sürdürme isteği tehlikeye girebilir.
Diğer yandan, Merkelin liderliğinde CDU, CSU ve Sosyal Demokrat Partisinden (SPD) oluşan koalisyonun oldukça kırılgan olduğu değerlendiriliyor.
Almanyada eylül ayında düzenlenen genel seçimlerde koalisyon partilerinin oy kaybına uğraması ve aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yüzde 13.2 oy oranı alarak Federal Meclise girmeyi başarması siyasi istikrarı zorluyor.
Öyle ki İkinci Dünya Savaşından bu yana en büyük seçim hezimetini yaşayan SPDnin bazı üyeleri koalisyondan ayrılma seçeneğini sıklıkla gündeme getiriyor.
AfDnin gelecek yıl düzenlenecek eyalet seçimlerinde, özellikle Saksonyada başarı sağlaması halinde, CDUnun daha fazla kan kaybetmemek için Merkelin görevini daha erken sonlandırma isteğinin gündeme gelebileceğini göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu ihtimaller ülkeyi erken seçime götürme riskini beraberinde getirmenin yanı sıra Merkelin 2021e kadar görevde kalma isteğini tehlikeye atabilecek unsurlar olarak ön plana çıkıyor.
Emmanuel Macron
Avrupada liderlik rolünü Almanya Başbakanı Merkelden devralma ihtimali en yüksek kişi Fransanın yaklaşık 1.5 yıllık Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olmuştu.
Ancak Avrupada ve ülkesinde önemli reform gündemiyle dikkat çeken Macronun şöhreti uzun ömürlü olmadı.
Fransa genelinde akaryakıt zamları ve genel ekonomik koşulları protesto eden sarı yeleklilerin sokağa dökülmesi ve şiddet içeriği yoğunlaşan protestolar nedeniyle Macron görev süresi boyunca karşılaştığı en ciddi siyasi krizle başa çıkmaya çalışıyor.
Sarı Yelekliler kasım ayından bu yana gösteriler düzenliyor.
Macron istifa sloganında birleşen ve beşinci kez tekrar sokağa çıkması beklenen protestoculara Fransa genelinde destek yüzde 80i geçerken, Macronun popülaritesinin yüzde 18lere kadar gerilediği görülüyor.
Diğer yandan, muhalefetteki sol partilerin Macron hükümetine karşı meclise gensoru önergesi sunma hazırlığında olduğu belirtiliyor.
Fransada bir sonraki genel seçimlerin 2022de yapılması öngörülüyor ancak Macronun açıklamalarını ve attığı adımları yetersiz bulan sarı yeleklilerin protestolarının daha fazla devam etmesi, ülkenin ciddi bir kriz ortamına sürüklenme ve Macronun cumhurbaşkanlığını ciddi riske atma ihtimalini artırıyor.
Charles Michel
Geleneksel olarak Fransa ve Almanyanın birlik politikalarına yakın duran Belçikada ise Başbakan Charles Michel hükümetini Birleşmiş Milletler (BM) Küresel Göç Mutabakatına verilen destek tehlikeye sokmuş durumda.
Michelin göç mutabakatını imzalayacağını duyurmasının ardından üç partili koalisyonun milliyetçi ortağı Yeni Flaman İttifakı (N-VA) koalisyondan çekildi.
Michel, Belçika Kralı Philippein onayıyla istifa eden N-VAlı bakanların yerine koalisyon ortağı partilerinin üyelerinden atamalar yaparak azınlık hükümetini sürdüreceğini açıkladı.
Ancak N-VA ve muhalefet partileri Yeşiller ile Flaman Sosyalist Parti (SP.A) azınlık hükümetine karşı güvenoyuna gidilmesi konusunda ısrarcı. Başbakan Michel ise hükümeti güvenoyunu almakta zorlanacağı için karşı çıkıyor.
Michelin yasal olarak güvenoyu talebini kabul etme zorunluluğu bulunmuyor ancak siyasi olarak kabul etmemesi, halihazırda mecliste muhalefet partilerinin 96 sandalyesine karşı 52 sandalye bulundurabilen Michelin liderliğindeki koalisyonun, gelecek yıl düzenlecek seçimlere kadar iktidarda kalıp kalamayacağı konusunu yoğun tartışmaya açıyor.
AByi yıpratma potansiyeli
ABnin önde gelen ülkelerindeki siyasi istikrarsızlığın tüm birliği etkileme potansiyeli bulunuyor.
Birlik, bir yandan kıta genelinde yükselen aşırı sağcı akımla boğuşurken, diğer yandan Brexit sürecinin yarattığı belirsizlik ve sıkıntıyla başa çıkmaya çalışıyor.
Verimli bir mücadele için hala somut bir politika üretilemeyen yasa dışı göçmenler konusu ise üye ülkeler arasındaki bölünmüşlüğü perçinlemeye devam ediyor.
Ekonomik alanda reform sürecinde yaşanan tıkanıklık ve Brükseldeki ağır bürokratik yapının getirdiği hantallığı aşma kapasitesi bulunan liderlerin yaşadığı sıkıntılar da göz önünde bulundurulduğunda, birliğin önde gelen ülkelerindeki siyasi krizlerin AByi de genel anlamda olumsuz etkileyeceği değerlendiriliyor.
Kaynak:Sözcü