"Benim için kırılma noktası, Başbakan Binali Yıldırım'ın gazete ve televizyon yöneticilerini toplayıp 15 maddelik 'operasyon andıcı' vermesiydi. 15 maddeyi okuduktan sonra bulunduğum grupta herhangi bir görevde en asgari düzeyde dahi haberciliğin yapılamayacağını düşündüğüm için istifa ettim."
Bahadır Özgür, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'de Afrin'e yönelik askeri operasyon başlatmasından hemen sonra Hürriyet'ten istifa eden bir gazeteci. Doğan Medya Grubu'nda 12 yıl çalışan Özgür, ekonomi gazetesi Referans'ta şef editör, Radikal gazetesinde yazı işleri müdür yardımcısı ve Hürriyet'te yazı işleri editörü olarak görev yapmış bir isim. Onun için bardağı taşıran son damla, Başbakan Binali Yıldırım'ın Afrin operasyonundan bir gün sonra medya temsilcileriyle yaptığı görüşme olmuş. Bu görüşmede Yıldırım'ın askeri operasyonun nasıl haberleştirilmesi gerektiğine dair gazetecilere talimatlar verdiği Türk basınına yansımıştı. Bu talimatlar arasında "uluslararası haber kaynaklarının Türkiye aleyhine yapacağı haberleri yansıtırken milli menfaatlerin gözetilmesi" ve "şehit haberlerinin verilirken titiz davranılması" gibi talepler vardı.
"7 Haziran seçimleri kırılma anıydı"
Özgür, AKP döneminde Türkiye'de gazeteciler için bazı konuları haberleştirmenin imkansız hale geldiğini düşünüyor. Referans gazetesinde çalıştığı günlerde yapılan siyasetçi çocuklarının ticaret alanında hızlı yükselişlerini konu alan bir haberi örnek gösteriyor. Söz konusu haberden sonra Doğan Medya Grubu'na 6.8 milyar lira tutarında vergi cezası kesilmişti. Bahadır Özgür, bu olaydan sonra hükümet üyelerinin ticari ilişkilerine dair açık haberlerin kolay yapılamadığını söylüyor.
Özgür'e göre, AKP'nin tek başına hükümet kurabilmesine olanak sağlamayan 7 Haziran 2015 seçim sonuçları, medya için bir kırılma noktasıydı:
"O seçim sonrası Türkiye'de art arda bombalı saldırılar oldu, basında da yayınlar bir anda terse döndü. Ve 1 Kasım seçimlerinden sonra da çok açık biçimde baskı yoğunlaştı."
Barış sürecinde Kürt meselesi üzerine çok sayıda haber yapan Radikal gazetesini ise ayrıca hatırlatıyor. 7 Haziran'dan sonra Kürt meselesine ilişkin yayınlara kısıtlama geldiğini, çatışmalarda sivillerin karşı karşıya kaldığı hak ihlallerine dair haberlere neredeyse hiç yer verilmediğini söylüyor.
WhatsApp mesajı ile "uyarı"
Ulusal bir haber kanalında çalışan ve ismini vermek istemeyen bir gazeteci, Türkiye'de ana akım medya çalışanlarının sansür ve oto sansürden kaçamadığını ifade ediyor. HDP hakkındaki haberler için, "Meclis'te temsili bulunmayan Saadet Partisi bile bugün ittifak süreci nedeniyle daha fazla haberlerde yer alabilirken HDP ile ilgili gelişmeler görülmüyor ya da birkaç satır olarak görülebiliyor" diyor.
Oto sansürün tam da bu noktada, yani "Arkadaşlar, haberi göremeyeceğimizi söyledik ya" denmesinin ardından devreye girdiğini ve artık daha yetkili editöre söz konusu konuyla ilgili soru bile sormama durumuna dönüştünü anlatıyor:
"Bu sormama hali bazen o kadar büyüyor ki, HDP'ye yönelik bir operasyon ya da soruşturma gözünüzden kaçar hale geliyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde görülen eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın davası gibi "
Erken seçimlere hazırlanan haber kanallarında bugünlerde CHP ve İYİ Parti'ye ait haberlere de sansür uygulandığını aktarıyor. Editörlerin ya da muhabirlerin bazen bir e-posta, bazen bir WhatsApp mesajı bazen de telefonla uyarıldığını ifade ediyor:
"Televizyon kanalları için en 'popüler' sansür tipi, 'Bu haberi yeterince gördük' mesajıdır. Vicdanınız size seslenebiliyorsa bir üstünüze soruveriyorsunuz. Sonuç değişmiyor belki ama 'muhakeme' yeteneğinizi kaybetmemiş oluyorsunuz."
"Oto sansür virüs gibi yayıldı"
Ana akım medyada çalışan bir başka gazeteci, Türkiye'de gazetecilerin artık sansürü içselleştirdiği için hangi haberi yazmaması ya da haber yazarken hangi kelimeleri seçmesi gerektiğini öğrenmek zorunda kaldığını söylüyor. Ulusal medyada çalışan meslektaşlarının, iktidarın hoşuna gitmeyecek haberleri "hissederek" bu haberleri yapamadığı, oto sansürün gazeteciler arasında virüs gibi yayıldığı kanaatinde "İster editör ister yönetici olun, çalıştığınız kurumun ulusal medya kategorisine girmesi sizi 'özgürlüğün olmadığı' alana sokuyor" diyor.
Ana akım medya çalışanı, iktidar aleyhine ya da medya sahibinin işlerini zora sokacak bir haberin "gözden kaçması" durumunda sayfa editörünün ya da muhabirin uyarı aldığını veya işten atıldığını söylüyor. "Bizim burada oto sansür had safhada olduğu için haberlerimizde pek problem çıkmıyor. Gözden kaçanlar da şehir baskısında düzeltiliyor" diye de ekliyor.
"Daha dikkatli olmaya mecbur kaldım"
Oto sansür, alternatif bir haber sitelerinde çalışan gazetecilerin de karşı karşıya kaldığı bir mekanizma İsmini vermek istemeyen bir editör, çalıştığı kurumun herhangi bir patronaj ya da siyasi partiyle bağı olmaması nedeniyle haberlere sansür uygulamadıklarını söylüyor. "Ancak oto sansür mekanizmam var" diye ekliyor ve günden güne "Başıma bir şey gelebilir" korkusuyla daha fazla oto sansür uyguladığını da ifade ediyor.
Gazetecilere açılan davalara işaret ederek, dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülkede gazetecilik yaptığını her daim hatırladığını belirten editör, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin dokunulmaz olduğunu gördük. Hükümet karşıtı çizgide yayın yapan mecralardan haber alırken daha dikkatli olmaya mecbur kaldım" diyor.
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) verilerine göre, Türkiye'de şu an 161 gazeteci cezaevinde bulunuyor. Öte yandan, Bağımsız İletişim Ağı (BİA) Medya Gözlem Raporu'na göre, Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu'ndan (TMK) yargılanan gazeteci sayısı, 1 Ocak 2018 itibariyle 520.
"Yaptığım her haberi ileride savunabilmek istiyorum"
İnternet medyasında çalışan ve ismini vermek istemeyen bir editörse, sansür nedeniyle kritik haberlerin yapılamaz hale geldiğini söylüyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı Man Adası belgelerini nasıl haberleştirdiklerini şöyle anlatıyor:
"Her yönüyle araştırılmayı hak eden bu konuyla ilgili sadece açıklamaların yer aldığı bir haber yapmak zorunda kaldık."
Gazeteciye göre, herkesin bildiği "sakıncalı" konular var ve bu konularla ilgili haber yapmak gazetecinin ve çalıştığı kurumun alacağı riske bağlı "2007-2012 yılları arasında iktidarın kırmızı çizgileri arasında Fethullah Gülen ve cemaati varken, 2012 sonrasında yeni kırmızı çizgi Erdoğan oldu" diyor. Yakın tarihten sakıncalı konulara ise TSK'nın Afrin operasyonu, cumhurbaşkanlığı seçimleri için muhalefet partilerinin ortak aday göstermesi, nükleer santral muhalefeti ve yolsuzluk haberlerini örnek veriyor. Haber konularının artık bir günde kırmızı çizgi haline gelebileceğini bilerek çalıştığını, zor da olsa işini hakkıyla yapmaya çalıştığını dile getiriyor:
"Her istediğimi haber yapamadığım bir dönemde gazetecilik yapıyorum. Her şeyin haberini yapamasam da yaptığım her haberi ileride savunabilmek istiyorum."
Burcu Karakaş / İstanbul
© Deutsche Welle Türkçe
05.05.2018 10:30:00