Üstelik bu iddialar, bugün ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren bu iddialar dillendirildi. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşları idi. Yani içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve temsilcileri...
Ancak bu kez farklı bir şey oldu. Ünal Tanık'ın Rotahaber'de 16 Aralık'ta yayınlanan "Çamlıca'daki o villada anlatılanlar" başlıklı yazısı ile yazar Abdurrahman Dilipak'ın anlattığı bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga bir etkiye sebep oldu. Bu iddialar ilk kez duyuluyormuş gibi kamuoyunda yankılandı.
Dilipak'ın, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı'nın evinde anlattıklarının özeti şu idi:
Batılı ülkeler, 1990'lı yılların başlarından itibaren Türkiye'ye sıklıkla gidip gelmeye başladılar ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmak istediler.
Bu teklif başta, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve ardından BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu'na yapıldı. Her iki ismin yapılan teklifi reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'e yaptılar.
Her iki isim aldıkları taahhüt karşılığında desteklendi ve AKP kurularak iktidar yolu açıldı.
ABROMOWİTZ, BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI İKEN KEŞFETTİ
Aslında, Batılıların Tayyip Erdoğan ismi, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine girdi. Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan Morton Abromowitz'in dikkatini çekmişti. Karşısında, insanlarla kurduğu ilişki, hitabeti ve cesur ifadeleriyle göz dolduran bir lider adayı vardı.
Erdoğan ile Abromowitz'in ilk ilişkisine ilişkin bilgiler, halen TRT Haber'in başında bulunan Nasuhi Güngör'ün 2001'de yazdığı "Yenilikçi Hareket" isimli kitabında yer alıyor. İki isim arasındaki ilk ilişki, gazeteci Ruşen Çakır'ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa'da gerçekleşti. Erdoğan ismi,o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde oldu.
RUŞEN ÇAKIR 13 YILDIR YALANLAMADIĞI KİTABI HABERİMİZ ÇIKINCA YALANLADI
Ruşen Çakır, haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör'ün 2001'de yazdığı "Yenilikçi Hareket" isimli kitabında yer alan bilgiyi haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır'ın 13 yıl boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi konu bugün tekrar gündeme gelip konjoktür değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.
Benzer iddiaları Ergun Poyraz da 'Takunyalı Fuhler' isimli kitabında ortaya atmıştı.
Ancak Ruşen Çakır, 2010 yılında kaleme aldığı yazısında bu iddiaları direk yalanlamak yerine; "Ergun Poyraz son kitabı "Takunyalı Führer"de de hakkımda atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca (Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi'ni kuracak olan Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur." ifadesini kullanmıştı.
RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı.İddiaya göre, Erdoğan, 29 Mart 1994'de yapılan yerel seçimlere bu destekle girdi.
Bu seçimlerde, daha sonra yapılacak 2002 seçimlerinde olduğu gibi oyların, partiler arasında dağıtılması sağlandı ve Erdoğan'ın küçük bir farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin önü açıldı. (RP: 25.6, ANAP: 24.6, SHP: 17.5, DSP: 14.1, DYP: 12.5)
İBB BAŞKANI OLUNCA KURUMSAL İLİŞKİLER KURULDU
Erdoğan, Belediye Başkanı olduktan sonra ilişkiler daha kurumsal bir şekilde yürütüldü. 14 Ekim 1996'da Erdoğan'ı başkanlık makamında ziyaret eden Abromowitz, Erdoğan'a, "Siz Türkiye'nin geleceği için çok önemlisiniz" dedi. Erdoğan da, Abromowitz'in olumlu ve sıcak bir mesaj getirdiğini söyledi.
Bu samimiyetin nereden geldiğini bilmeyen gazeteler bu görüşmeye ilişkin haberi, "Erdoğan'a ilginç ziyaretçi" olarak verdi.
Görüşmenin perde arkasını ise bir dönem Yeni Şafak gazetesinin haber müdürlüğü görevini de yapan "Yenilikçi Hareket" kitabının yazarı Nasuhi Güngör, şöyle anlatıyor:
"Türkiye'nin geleceği için Tayyip Erdoğan'ı çok önemli gören Abromowitz, gittiği her ülkeden kovulan bir isimdi. Abromowitz, Amerika'mn eski Ankara Büyükelçisi sıfatına ek olarak, sık sık MOSSAD ajanı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış ırk bilinci yüksek bir Amerikan Yahudisi olma özelliğini de taşıyordu. ABD Dişişleri İstihbarat ve Araştırma Müsteşar yardımcılığı görevlerinde de bulunan Abromowitz, Amerikan istihbarat örgütleri arasındaki koordinasyonu sağlamakla görevliydi."
Refah-Yol iktidarının 28 Şubat fırtınası ile yıkılıp gitmesinden sonra, Türkiye hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bir dizi kargaşa yaşadı. Bu sırada Erdoğan, "Akbil yolsuzluğu davası" gibi kapsamlı suçlamaların bulunduğu dosyalar varken, okuduğu bir şiir bahane edilerek cezaevine gönderildi.
GÜNERİ CIVAOĞLU, NİÇİN HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADI?
O dönemin en etkin iki üç gazetecisinden biri olan Güneri Cıvaoğlu, Erdoğan'ın ABD, İngiltere ve İsrail ile girdiği angajmanları bilen biri idi. O zamana kadar koparılan fırtınaları "Erdoğan'ı cilalama" olarak gören Cıvaoğlu, 10 aylık cezanın kesinleşmesi üzerine hayal kırıklığını yansıtan bir yazı kaleme aldı. 24 Eylül 1998 tarihli Milliyet'te, "Yanlış oyun" başlığı ile bir yazı yazdı:
"Bir de, siyaset satrancındaki yanlış oyuna işaret edelim.
Siyasetin doruklarında, FP'yi bölme planı yapılmıştı...
Recep Tayyip Erdoğan ismi, iyice cilalanıp parlatılacaktı.
Fazilet Partisi'nin başına geçerse, bu partiyi neredeyse- tek başına iktidara taşıyacağı havası estirilecekti.
Erbakan, elbette buna razı olmayacaktı.
Erdoğan, peşine 40-50 milletvekili alarak FP'den kopacaktı."
Bu yazının yazıldığı günlerde Fazilet Partisi'nde "Yenilikçi Hareket" diye bilinen grubun adı bile ortada yoktu.
Erdoğan gittiği yerlerde, "ABD ve İsrail benim liderimi sevmiyormuş. Onların sevmemesi, benim Erbakan'a bağlılığım için referanstır" nutukları attığı günler idi.
Civaoğlu, Erdoğan ile ilgili her şeyin bittiğini sanarak yaşadığı derin hayal kırıklığını satırlarına yansıttı:
"Hayali siyaset şatosu, dünkü Yargıtay kararıyla çöktü.
Başkalarının ayağını kaydırmaya dönük hesaplar yerine, bu hesap sahiplerinin kendileri, siyaset zeminine sağlam basmalılar."
CEZAEVİ, PARTİ KURMAK İÇİN BİR OFİS GİBİ KULLANILDI
Oysa Erdoğan, cezaevi günlerini, sağlanan ortam sayesinde bir tür kamp hayatı yaşadı. Günlük koşturmalardan arınmış olarak yeni parti kurma çalışmalarına odaklandı.
Tayyip Erdoğan, 26 Mart 1999 günü girdiği Pınarhisar Cezaevinden,ceza süresini tamamlayarak aynı yılın 24 Temmuz'unda çıktı. Çıktığında kurulacak partinin örgütlenme çalışmaları il il tamamlanmış durumda idi.
FP 1. Kongresi'nde Gelenekçi ve Yenilikçi kanatlar arasında yapılan mücadeleden Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül'ün mağlup çıkmasından sonra o çatı altında kalmanın bir manası yoktu. (14 Mayıs 2000'de yapılan kongrede Yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, Recai Kutan 633 oy almıştı.)
ERDOĞAN: BEKLEYECEKSİN Kİ EMR-HAK VAKİ OLSUN
Artık, bir bahane bularak Fazilet Partisinden kopmaya sıra gelmişti. Çalışmalara hız verildi.
Bu sıralarda Hasan Cemal, Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi 4 Ocak 2001'de Milliyet'teki köşesine taşıdı.
Erdoğan, Hasan Cemal'e Türkiye'deki siyaset tarzına ve siyasetçilere yönelik ağır eleştiriler yöneltiyordu. En ağır eleştiriyi ise o tarihte lideri olan Necmettin Erbakan'a yaptı:
"İşte bu yüzden parti içinde kalıp mücadele etmek çok zor. Hatta imkansız. Bekleyeceksin ki lidere emr-i Hak vaki olsun."
Oysa Erdoğan ve arkadaşlarının "emr-i Hak" vaki oluncaya kadar bekleyecekleri zamanları yoktu. Hazırlanan plan yürümeli idi. Zaten öyle de yaptılar.
ABD, İNGİLTERE VE İSRAİL TEMSİLCİLERİYLE SON RÖTUŞLAR
"Yenilikçi hareket, Türkiye'deki İslamcıların öncüleridir" sözleri ile Türkiye'de tanınan CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Graham Fuller üzerinden ABD ile yapılan temaslar devam etti. Artık partinin kurulma çalışması tamamlanmıştı. 14 Ağustos 2001'de resmen kurulacak olan AK Parti'nin açıklanmasından bir hafta önce Erdoğan'ın Üsküdar'daki bürosunda bir görüşme gerçekleşti.
İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short ile Erdoğan arasında yapılan görüşmenin ayrıntıları, Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen 8 Ağustos 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer aldı. Habere göre, Short, "Böyle bir partinin kurulması bizi mutlu eder" diyor ve devamında şu ifadelere yer veriliyordu:
"Roger Short, "Tayyip Erdoğan'ın misyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Bu parti çoğulcu demokrasiyi benimserse, yeni atılımlar yaparsa bizi mutlu eder. Çoğulcu demokrasinin benimsenmesiyle, oy kullananlar isteklerini daha kolay ifade edecekler. Bu onları mutlu eder. Böylece demokrasinin gelişmesi de bizi mutlu eder."
"Fazilet Partisi'nin bu şekilde ayrışması konusunda ne düşünüyorsunuz?" sorusu üzerine de Başkonsolos Short, "Bu, bizim cevap vereceğimiz bir konu değildir" dedi."
İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ: YENİ PARTİ POLİTİKALARIMIZLA TERS DÜŞMEYECEK
Peki İsrail ABD ve İngiltere temsilcileri ile görüşen Erdoğan, parti kurulma öncesinde İsrail temsilcisi ile dışa dönük temas kurmadı mı? Bu sorunun cevabı da yine "Yenilikçi Hareket'in 97. sayfasında. Dönemin İsrail Büyükelçisi David Sultan ile yapılan görüşme şöyle anlatılıyor:
"Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001'de İsrail büyükelçisi David Sultan'la bir görüşme yaptığı ve Ona "Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı..."
"İKİ KOLDAN YÜRÜYOR" SÖZÜ ERBAKAN'I ÇOK KIZDIRDI
Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, ilerleyen yaşına rağmen sesini duyurabileceği her ortamı değerlendirip AK Parti'yi ve Erdoğan'ı anlatmaya çalıştı. Erdoğan'ın ülkeyi borçlandırarak refah içinde gösterdiğini ve esas itibariyle de uluslararası güçlerin oyuncağı olduğunu söyledi. Erbakan, kamuoyunda AK Parti kaynaklı dolaştırılan, "Erbakan Hoca akıllı adam. Kendi Saadet Partisinde, öğrencileri de AK Parti'de bu ülkeye hizmet ediyor" iddialarına çok net çıkış yapıyor:
Peki Erdoğan, bu kadar ABD ve İsrail ile ilişkili de nasıl bu kadar İsrail aleyhine konuşabiliyor. Bu sorunun cevabını da Erbakan açık yüreklilikle ortaya koyuyor:
Bu kadar İsrail aleyhine konuşabildiği için, Erdoğan ve AK Parti iktidarı iş icraata gelince en cesur adımları atabiliyor. Bu tavrı en açık ortaya koyan ise Has Parti Genel Başkanı olduğu dönemde Numan Kurtulmuş oluyor. Kurtulmuş'a göre, Erdoğan'ın kalbi Muaviye diyor, dili Ali.
En zayıf hükümetler dönemlerinde bile kabul edilmeyen İsrail'in OECD üyeliği AK Parti döneminde onaylandı. Numan Kurtulmuş'a göre İsrail'in OECD üyeliği, 1967'den bu yana İsrail'in elde ettiği en büyük zafer idi.
AKP'nin kuruluş u şahitler ve belgeler ışığında bu şekilde gelişirken, AK Parti'nin kuruluşundan bu yana geçen 13 yılda Türkiye'de de çok şey değişti.
DİLİPAK DA DOĞRULADI
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Abdurrahim Karslı'ya dayanarak Ünal Tanık'ın köşesine taşıdığı bilgi gündemi sarsarken olayın tanıkları ise peşpeşe o günlerde yaşananları doğrulamaya başladı. İlk doğrulayan görüşmelere katılan Abdurrahman Dilipak oldu. Dilipak, Erdoğan'ın artık bağımsız hareket ettiği şerhini düşerek Ünal Tanık'ın yazısında yer alan bilgileri doğruladı.
ALİ BULAÇ: O TOPLANTIYA KATILDIM
Dilipak'ın ardından toplantıya katıldığı belirtilen bir diğer isim Ali Bulaç da köşesinde toplantıya katıldığını doğrulayarak, şu ifadelere yer verdi.
"Dilipak, Rotahaber'den Ünal Tanık'a konuşulanları teyid edince yazmaya karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı'yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları ?ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:
1998'lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu.
Sordukları şuydu: "Türkiye'de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?" Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: "Türkiye'de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda,Batı İslam'a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı'nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam'ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı."
Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara'da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin "bazı değişiklikler"le AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!
Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca vefatından önceki son görüşmemizde AK Parti'nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir.
M. Ali Bulut'un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan'a: "Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika'nın desteğindeki bir siyasete hizmet edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir." Tayyip Bey ona, "Bir müddet Amerika'nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz." deyince rahmetli, "Amerika dirsek vurulacak bir güç değil. Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın." demiş, teklifi nazikçe reddetmiş."
AKP'nin yıllardır gizli kalan kuruluş öyküsü şahitler ve belgeler ışığında bu şekilde. Yorumu ise siz okuyucularımıza bırakıyoruz.
(Türkiye Gazetesi)23.12.2014
24.12.2014 11:38:36